IŞIK SIZIYOR İÇERİ
Çantasından çıkardığı küçük plastik termosun kapağını açıp iç içe geçen kapaklardan birini viski ile doldurdu ve bana uzattı. Kendi de diğer kapağa doldurduğu viskiyi bir defada yudumladı. Elimde kapak ile şaşkın baktığımı görünce “ambalaja aldanma, bu kadar lezzetlisini her zaman bulamazsın” diyerek ısrar etti. Kendine özgü aromasıyla hayli lezzetli bir viski olduğu ilk yudumda anlaşılıyordu. Ben de çantamdaki bitter çikolata paketini açıp ikram ettim.
Yaşlı beyefendi ile ilk kez karşılaşıyordum ve tüm bunlar Harbiye açık hava tiyatrosunda başlamakta olan konser öncesinde yaşanıyordu.
Çağdaşı olduğum için kendimi şanslı hissettiğim ozan Leonard Cohen’in konser için İstanbul’a geleceği haberini almama karşın bilet almakta gecikince tüm biletler tükenmişti. Konserden bir iki gün önce ikinci el bilet peşine düşmüş ancak bulduklarımı da alamamıştım.
Derken, bir internet sitesinde yan yana iki biletin ayrı ayrı açık arttırma ile satışa çıktığını görüp iki bilete de teklif verdim. İş yoğunluğu nedeniyle ekran başında bekleyecek vaktim olmadığı için bilet bedelinin 4-5 misline kadar otomatik arttırma talimatı verip işimi garantiye almaya çalıştım. Günün sonunda üst limiti hayli yüksek tutmama karşın biletlerden ancak birini alabilmiş diğerini bir başka alıcıya kaptırmıştım.
Üstelik o alıcı ile yan yana oturacaktım.
Eşime, konsere birlikte gidebilmek için çok uğraştığımı ancak tek bilet bulabildiğimi söyleyince Cohen hayranı olduğumu bildiği için sorun etmedi.
Konser günü akşamüstü heyecanla Açık hava tiyatrosuna giderken eşimi arayıp bileti kaptırdığım kişi ile yan yana oturacağımı ve serzenişlerini ileteceğimi söyledim. “Eğlenmene bak” diye yanıtladı.
Yerime oturup bileti kaptırdığım kişiyi beklerken açık hava tiyatrosu için hayli şık sayılabilecek açık kahve takım elbise yelek ve Fötr şapkasıyla jilet gibi giyinmiş yaşlı bey efendi yanıma oturdu. İlk anda Leonard Cohen ile yaşıt olmalı, ben bu adama nasıl serzenişte bulunacağım diye düşündüğümü hatırlıyorum. Göz göze gelince gülümsedim ve “O bileti size kaptırdığım için konseri eşimle izleyemiyorum. Alacağınız olsun” dedim. Şapkasını çıkarıp başını eğdi ve bir süre öyle durduktan sonra bir şey söylemeden koltuğuna oturdu.
Kısa süre sonra çantasından çıkardığı küçük termostan viski ikramı ve benim bitter çikolata ile karşılık vermemle gecenin rengi değişti.
Gerçekten çok lezzetli bir viski olduğunu söyleyip markasını sorunca elimdeki kapağı tekrar doldurdu. Üst aramasında sorun yaşanmaması için orijinal şişesiyle getirmediğini ancak 18 yıl dinlendirilmiş tanınmış bir viski olduğunu ve muzipçe gülerek tiyatro girişinde “kahvemi yanımda getirdim” yalanı ile içeri soktuğunu anlattı.
Viski dolu küçük kapağı havaya kaldırıp “bu kez eşlerimizin şerefine içelim” deyince bir an için ne kadar bencilce bir tavır içinde olduğumu fark edip utana sıkıla “Yoksa ben de eşinizin biletini mi aldım? Benim yüzümden mi gelemedi?” diye sordum.
Yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Şapkasını çıkarıp başını öne eğdi.
– Keşke öyle olsaydı. Eşimi, onca yıllık hayat arkadaşımı birkaç ay önce yitirdim. Leonard Cohen’in İstanbul konseri haberini hasta yatağında görüp “iyileşmeliyim, bu konser kaçmaz” demişti. Ancak ömrü yetmedi. İkimiz için de Cohen ilah gibiydi. Öyle ki; düğünümüzde Cumparsita yerine Cohen ile dans etmiştik. Eşimin son dileğini yerine getirmek için fiyatı sonuna kadar arttırıp biletlerden birini almaya çabaladığım için umarım beni affedersiniz.
Elimdeki kapağı uzatıp “eşinizin ruhu için” diyerek yudumladım. “Buna alışmak çok zor ama öyle olsun” diyerek eşlik etti.
Konserin başlamasına kısa bir süre kalmasına karşın açık hava tiyatrosu tıka basa dolmuştu. Dinleyicilerin çoğunun orta yaş ve üzeri olduğu gözden kaçmıyordu. Arkamızda oturan iki genç kız çevrelerinde oturan “amca ve teyzelere” tavsiye üzerine geldiklerini ve Cohen’i tanımadıklarını söyleyip ülkemizdeki hangi şarkıcıya benzetilebileceği gibi pek de mantıklı olmayan bir soru sordu. Kısa bir istişareden sonra ihtiyar heyeti kararıyla Fikret Kızılok ile benzerlik kurulabileceğini söyledik. Kızlar teşekkür etse de bakışlarından kimden söz ettiğimiz konusunda da pek bilgileri olmadığı anlaşılıyordu.
“Rahmetli eşiniz ne iş yapıyordu?” diye sordum. Karı koca mimar olduklarını fakülte yıllarında başlayan beraberliklerinin iş ortamında da sürdüğünü anlattı. Çizdiği mimari projelerin iç dizaynını eşine teslim ettiğini, böylelikle birbirlerini tamamladıklarından söz etti. Çok istemelerine karşın çocuk sahibi olamamış birbirlerine ve çok sevdikleri mesleklerine tutunarak yaşamışlardı.
– İçtiğimiz viski eşimin favorisiydi. Öyle içki düşkünü bir değildi ama birlikte yaşadığımız hayatı viskiye benzetirdi.
– Viskiye mi? Nasıl yani?
– Anlaşılmayacak bir şey yok. Alkolü damıtıp meşe fıçıya koyup bekletiyorsun. Fıçıda yıllanan alkol meşenin lezzeti ve kokusu ile karışıp viskiye dönüşüyor. Eşime göre ben meşe fıçı, o ise içeride yıllanan alkoldü. Zaman içinde birbirimize bulanıp değişip dönüşüyorduk. Üstelik, tasarladığımız yapılar için de durum benzerlik arz ediyordu. Dışını ben çizip şekillendiriyor içini ise o dolduruyor mekana hayat veriyordu. Yapıyı kullananlar değerini bilirse yıllanmış hayatlar barındıran anlamlı mekanlar ortaya çıkıyordu. Eşim, hayatın fıçı içinde yıllandırılan viskiler gibi değişip dönüşüp kendine özgü lezzet kazandığını uyumlu birlikteliklerin unutulmaz anılar ile lezzetli yaşanmışlıklara dönüştüğünü düşünüyordu. Bu gece yanımda viski ile gelmek isteme nedenini umarım anlamışsınızdır.
– Anlamlı benzetmenizi sulandırmak istemem ama merakımı mazur görün; bildiğim kadarıyla viskiler single malt veya karışım olarak ayrılıyor. Bu durumda sizin evliliğiniz single malt mı oluyordu?
– Bilmem. Doğrusu hiç düşünmedim. Önemi olduğunu da sanmıyorum. Yıllanmış single malt viskiler pahalıdır ve dışarıdan bakıldığında tüketene prestij kazandırıyor gibi görünse de yalnız kalındığında ağzının tadı yerindeyse görece ucuz bir blended viski bile çok daha lezzetli gelebilir. Dışarıdan nasıl göründüğünü bilemem ama eşimin benzetmesine göre evliliğimiz yıllandıkça lezzetlenen markası özelliği pek de önemli olmayan bu termostaki viski gibiydi. Geride bıraktığı anılara bakınca haklı olduğunu düşünüyorum.
Kederli bir iç çekip sustu. Hüzünlendiği belli oluyordu. Cohen’in sahne almasıyla tribünlerde coşkulu bir dalgalanma yaşandı. Cohen seyircileri selamladıktan sonra sahneye serdirdiği yerel motifli el halılarını işaret edip konseri halılarınızın ev sahipliğinde vermek istediğini söyleyince çılgınca bir alkış koptu.
“Dance me to the end of love” parçasının müziği ile birlikte bizimki elindekileri bırakıp ayağa kalktı ve “düğünümüzde bununla dans etmiştik” diyerek olduğu yerde şarkıyı söyleyip dans etmeye başladı. Arkamızdaki genç hanımların bizimkinin ayağa kalkmasından rahatsız olduklarını görüp bir şey söylemelerine engel oldum. Şarkının bitimine kadar ayakta sallanıp yerine oturduğunda yorgun ve mutlu görünüyordu.
Cohen ise ilerlemiş yaşına rağmen “Herkes biliyor zarların hileli olduğunu” diyerek coşturduğu seyircileri “her şeyde bir çatlak var ışık sızıyor içeri” diyerek umutsuz bırakmıyor, ardı ardına söylediği hit şarkıları ile duygulandırmayı başarıyordu.
İçtiğimiz viski gibi konserin de nasıl bittiğini anlayamadan rüya gibi bir 2,5 saat yaşandı. Pek çok seyircinin yaptığı gibi yerimizden kalkmadan bir süre konserin üzerimizde demlenmesini bekledik.
Kenara bıraktığı boş termosu kapatıp kendisine uzattım. Böylesine anlamlı bir geceyi paylaştığı için teşekkür ettim. Ayağa kalkıp “eşiniz hanımefendiye hürmetlerimi iletmenizi rica edeceğim” diyerek şapkası ile selam verdi.
Kısa süre durakladıktan sonra “Bu konseri benimle paylaştığınız için asıl ben teşekkür ederim. Gecenin anısına bunun sizde kalmasını istiyorum” diyerek termosu bana uzattı. İtiraz etmek istediğimi görünce eliyle beni susturup “Şu küçücük eşya bile böylesi güzel bir geceye bulanıp anlam kazanırken eşimin bıraktığı anı yüklü değerli eşyalar onun ölümüyle başkalarının gözünde çöp haline geliyor ya; işte buna katlanamıyorum. Kendim bile zor giriyorum o eve. Bırakın bu da sizde kalsın.” Dedi.
Elini sıkıp tekrar teşekkür ettim.
İsmini dahi bilmediğim o mimar ile bir daha karşılaşmadım.
Ancak o yaşlı mimarı ve konser gecesini her Cohen dinleyişimde hatırlıyorum. Bıraktığı termosu ise işlevine uygun pek kullanmasam da o geceye ait konser bileti ile birlikte kitaplığın köşesinde, gözümün önünde tutuyorum
Mehmet Uhri