EL ÜSTÜ
Çok yaramaz bir çocuktum. Mahallenin altını üstüne getirir, komşuları her akşam binbir şikayetle kapıya getirirdim. Zavallı babam o günde annemle hastaneden gelir gelmez kapıdaki komşuları görünce ve onlardan binbir şikayet işitince küplere binmiş bana demediği laf kalmamıştı komşuların önünde…
Canımı acıtmıştı. Çok ağrıma gitmişti o sözler. Ve durulmak için miladımın o günkü sözler olduğunu bilmiyordum…
Hiçbir şeyi bile isteye yapmamıştım ama her bela nedense gelip beni buluyordu. Kendi kendime söz verip bir daha hiç yaramazlık yapmadım o günden sonra.
Arkadaşlarımla oyunlara bile katılmadım babama şikayet gelmesin diye… Her akşam babamın başının etini yediğim, çok istediğim bisikleti söylemekten de vazgeçmiştim… Küsmemiştim. Konuşuyordum ama yüzüm ona baktığında eskisi gibi gülmüyor, bana bağırışı, komşuların önünde söylediği sözleri hatırladığımda canım yanıyordu…
Bir akşam annem odama geldi. Nedendir bilmem ağlıyordu. Tülbentiyle gözyaşlarını silerken babamı üzmememi söylemişti bana.-“Bile isteye yapmadı baban oğlum. Hiç baba evladı üzülsün ister mi? Kaç gündür sokağa bile çıkmıyorsun. Adamacağız vicdan azabı çekiyor.
Hem…Hem…-“-“dediğinde hıçkırıklara boğulmuştu. Sonra saçlarımı okşayıp, -” El üstünde tut onu yavrum kırılma ana babalar evlatları üzülsün istemezler-” dese de inadımdan dönmemiş, babamın yüzüne gülmemiştim bir daha.
Ne dese tek kelimelik cevaplar veriyordum…
Anlıyordu ona kırgın olduğumu. Birkaç defa göz göze gelsek te hemen çekmiştim gözlerimi.
Komşular bir daha kapıya gelmesin diye kendimi öylesine tutuyordum ki.
Sokak, oyunlar, arkadaşlarım gözümde tütse de camdan bakıyordum sadece onlara…
Kış geçmiş ve ilkbaharın gelmesiyle sokak renk renk bisikletlerle dolmuştu. Öyle hasretini çekiyordum ki bir bisikletin… Babamın kapı aralığından birkaç defa beni izlediğini görsem de hiç aldırış bile etmedim.
Fazlasıyla canımı yaktığı için “oh olsun sana” diye geçiriyordum içimden… Bir akşam-“İhsan oğlum.
Sana bir sürprizim var-” dediğinde, yine tek kelimelik bir cevapla istemediğimi söyleyip odama çıkmıştım. O akşam ilk defa babamın ağladığını duydum. Sebebi neydi bilmiyorum…
Her akşam üstü gittikleri hastahaneden bir akşam dönmediler. Ne için gittiklerini o zamana kadar hiç merak etmemiştim. Zaten küçüğüm diye söylemezlerdi ki hiçbir şeyi. Teyzem yanıma gelmişti tek kalmamam için. Gece yarısına doğru telefon çalmış, bir çığlık kopmuştu evde. Sonra komşular eve doluşmaya başladığında ters giden bir şeyler olduğunu anlayıp teyzeme ne olduğunu sordum… – “Baban.. Baban.. -” diye hıçkırırken her şeyi anlamış, olanca gücümle koşarak evden çıkıp hastahaneye doğru koştum.
Annem hastahane koridorlarında-“Kemalimmm… Bizi bırakıp nerelere gidiyorsun? -” diye çığlıklar atarken, ne yapacağımı bilememiştim… O gün nasıl geçti bilmiyor, hatırlamıyorum. Bir gün sonra babamın cenazesi evimizin önüne getirildi son kez… Hocamız tabutun başında dua ederken ben babamın bir elini dışarı çıkarmış öpmeğe çalışıyordum. Beni ne kadar çekseler de bırakmak istemiyordum elini. İlk defa o kadar soğuk olduğunu hissettim babamın o güzel ellerinin… Son defa kokladım. O an ardiyenin açık kalan kapısına takıldı gözüm… Kırmızı bir kurdele ile hediye paketi yapılmış bisikleti gördüğümde içime daha büyük bir ateş düşmüştü sanki… Sonra tabutun bir kolunu ellerime verdiler. Annemin onca ikazına uymayıp reddettiğim şeyi şimdi yapıyordum işte… Yaşlı gözlerle el üstünde tutuyordum babamı…
Babam bana küsmez kırılmaz diye geçirirken içimden, o kadar derin bir pişmanlık duyuyordum ki tabutunu taşırken…
Sevdiklerimizi el üstünde tutmak için tabuta girmelerini beklemeyelim.
Hayattalarken değerlerini bilelim. Toprak aldığını geri vermiyor ne yazık ki…
Alıntı