Değerler Yaşanır, Anlatılmaz
Arkadaşlar güzel bir yazı.
Prof. Dr. Necati Cemaloğlu
Sanıyorum 30 yıl oldu. Bir Ramazan Bayramı’nda, memlekette bayramın birinci gününde rahmetli babam, kardeşlerim, enişteler, yeğenler hep birlikte sohbet ediyorduk. Kapının zili çaldı. Kapıyı açtığımızda üst kattaki komşumuz eşi ve çocuklarıyla bayramlaşmaya gelmişti. Komşumuz ayakkabılarını çıkarırken, rahmetli babam, komşumuza şöyle seslendi: Sen benim evime giremezsin. Lütfen dışarı çık. Komşumuz, biraz şaşırmış halde geri döndü ve gitti. Yüzümüz kızarmış, biraz da şaşırmıştık. Salona geçip, babamıza neden böyle yaptığını sorduk. Babam: Bu adam, alt kattaki komşumuzu, bankadan aldığı krediye kefil yapmış, borcunu ödememiş. Kendi mallarını da başkasının üzerine geçirmiş. Komşumuzun evine icra geldi. Nesi var nesi yok alıp götürdüler. Kaç gündür açlık sınırında yaşıyorlar. Dedi. Ben de babama: İyi de bu konu bizimle ilgili değil. Biz niye müdahil oluyoruz? Diye sordum. Babam: Konu bizimle ilgili olmayabilir. Bu ahlâki değerleri düşük insanı evime kabul edersem, mağdur ve namuslu komşumu rencide etmiş olurum. Bu kişi adam değil. Demişti. O günden sonra konu bizimle ilgili olsun olmasın, ahlâksız her türlü eylemde, kaybedeceğim şey ne olursa olsun, dürüst ve namuslunun yanında oldum. Güçlünün değil, haklının yanında olmanın erdem olduğunu, insanın bir duruşu olması gerektiğini öğrenmiştim. Daha sonraki dönemlerde rahmetli babam, değerlerin anlatılarak değil, yaşantı yoluyla öğrenilebileceğini, gayri ahlâki tutum ve davranışlarda bulunan kişilere yönelik toplumsal yaptırımın etkili olacağını, olumsuz davranışların onaylanması halinde bireylerin dürüst ve namuslu olmalarının hiçbir anlamının kalmayacağını belirtmişti.
Çocuklara değer kazandırmak istiyorsanız, değerlere uygun yaşamanız gerekir. Çocuğunuza söz veriyorsanız, sözünüzü tutmanız, dedikodu yapma diyorsanız, başkaları hakkında konuşmamanız gerekir. Çocuğunuza vergi vermenin bir vatandaşlık vazifesi olduğunu anlatıp, çanta alırken, satıcıya: Fiş almazsak kaç TL olur? Sorusunu soruyorsanız, değerleri kazandırmamak için özel çaba sarf ediyorsunuz demektir.
Öğretmen olarak öğrencilere ders anlatırken değerleri anlatıyor fakat derse 10 dakika geç giriyorsanız, derste ders dışı faaliyetler yapıp, dersi kaynatıyor ve dersten erken çıkıyorsanız, öğrencilere değer kazandıramıyorsunuz anlamına gelir. Çünkü öğrenciler sizin tutarlı olup olmadığınıza bakar ve ona göre eylemde bulunurlar. Derste öğrencinin öğrenme hakkından çalarsanız, öğrenci müteahhit olduğunda demirden, çimentodan, işadamı olduğunda vergiden, esnaf olduğunda teraziden, çalışan olduğunda raftan çalmaya başlar. Bu süreç bir domino etkisi yaratır. Hırsızlık, ahlâksızlık yayılır ve üst değer haline gelir.
Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen bulunmaz. Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar. En son kalan öğrenci, arkadaşlarının kâğıtlarını toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle saygın şirketlerde iş bulabilir. Öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı? Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle seslenir: Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum. Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır. Türkiye’de bu işler nasıl olur? Sınav esnasında 40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler. Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar. Sonra ne mi olur? Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler…
Yaklaşık 4 ay önce küçük oğlum Eren ile birlikte bir lokantada yemek yedik. Hesabı ödedikten sonra masadaki suyu yanıma aldım. Lokantadan yaklaşık 20 km uzaklaştığımızda Eren’e sordum: Bu suyun parasını aldılar mı? Eren: Almamışlardır. Çünkü suyu aldığınızda, suyun kapağı açılmamıştı. Genelde garsonlar suyun kapağı açılmamışsa hesaba yazmazlar. Dedi. 20 km’lik yoldan geri döndük. Kasaya gidip olup biteni anlattım. Suyun parasını ödemek istediğimi söyledim. Patron, suyun parasını helal ettiğini, sorun teşkil etmeyeceğini belirtti. Tüm bu süreçlere Eren şahit oldu. Değerleri anlatmadım, yaşattım. Siz çevrenizdeki kişilere değerleri ne kadar yaşatabiliyorsunuz? Çocuklarınız, eşiniz, öğrencileriniz sizin değer dolu yaşantılarınıza hangi düzeyde şahit oluyor?
Üniversitede görev yapan bir öğretim üyesi arkadaşım anlatmıştı. Öğretim üyelerinin odasında dedikodu yapmasıyla bilinen, tanınan feminen özellikleri baskın bir erkek öğretim üyesi, orada bulunmayan başka bir öğretim üyesi hakkında bazı iddialarda bulunup dedikodu yapmaya başlamış. Onu dinleyenler, anlattıklarına söz katmamışlar ama gülerek, kafa sallayarak destek olmuşlar. Arkadaşım, herkesin içerisinde ona, şu anda dedikodu yapıyorsun. Dedikodu yaptığın kişinin ölmüş etini yemiş gibi günaha giriyorsun. Burada olmayan bir kişinin namusuna, onuruna saldırıyorsun. Yaptığın ahlâki değil diyerek susturmuş. Dedikodu yapan kişi, özür dilemek ve oradan ayrılmak zorunda kalmış. Kaç kişi bu tür olumsuzluklara müdahale etmektedir? Kaç kişi susmayı tercih etmekte, kaç kişi onurlu bir tepki ortaya koyabilmektedir?
Değerler ve değerleri yaşama biçimi bulaşma etkisi yaratır. Olumsuz davranışların görülme sıklığı artınca, olumsuz davranışlar başat değer haline dönüşür. Olumlu davranışların görülme sıklığı artınca, olumlu davranışlar başat değer haline gelir. Çocukluk yıllarım 1974’lü yıllara denk gelir. O yılları hatırlayan kişiler çok iyi bilirler ki, günümüzün büyük bir çoğunluğunu tüp, yağ ve şeker kuyruğunda geçirirdik. Şimdi nerede kuyruk görsem ruh sağlığım bozulur. Sıraya girmekten ve beklemekten nefret ederim. Bu yüzden bazı faturalarım cezalı ödenir. ABD’ye gittiğimde en çok şaşırdığım şey, insanların sürekli sıraya girmeleri ve sabırla sırada beklemeleriydi. Hatta başka ülkelerden gelen kişiler de çok kısa zamanda sıraya girmeyi, sırada beklemeyi ve başkasının hakkına saygı göstermeyi öğreniyordu. Yıllar sonra sırada beklemeye tekrar başladım. Kuralların herkese eşit ve adaletli uygulandığını gördükçe, kurallara uymanın nasıl başat değer haline dönüştüğüne şahit oldum.
Toplum olarak değerleri, kuralları çok fazla yaşadığımız söylenemez. Aynı dine inanan, namaz kılan, oruç tutan insanlar; kendisiyle aynı tarikattan olmayan Müslüman kardeşine dinsizmiş gibi davranıp, elindeki gücü kullanarak onun kazanımlarına engel olmak için çaba sarf ettiğini görüyorsunuz. Hicaza gidip hacı olmak için Diyanet İşleri Başkanlığının kura sisteminin nesnelliğini yok edip torpille Hicaz’a gitmeyi normal karşılayabilmektedir. Protestan ahlâkının kurumsallaştığı pek çok batı toplumunda, aslen Hristiyan olan kişilerin Müslüman olmadıkları halde, İslam’da belirtilen genel ahlâk esaslarına uygun yaşadıkları görülmektedir. Ahlâki değerlerler ve inançlar yaşantı yoluyla öğrenilir. Çocuk bu değerleri yaşayan bir çevrede büyüdüğünde, değerleri içselleştirme davranışı daha güçlü hale dönüşebilir.
Sonuç olarak, değerler çocuklara anlatılmaz, yaşaması sağlanır, değerlerin yaşandığı bir sosyal çevrede yetişmesi için desteklenirse, değer sahibi bir nesil yetiştirme imkânı ortaya çıkar. Ülkemizde din eğitimi yoluyla çocuklara değer kazandırılmaya çalışılması bir tercihtir. Çocuklara din eğitimi yoluyla ailede, okulda ve çevrede dinin bireysel sorumlulukları kazandırılmakta, dinin toplumsal rol ve sorumlulukları ya etkisiz verilmekte ya da bireyin bu davranışları sergilemesi beklenmektedir. Din eğitiminde namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gibi ibadet usul ve esasları öğretilmesi, dinin bireysel sorumluluğunun çocuğa kazandırmasıdır. Oysa kul hakkı yememeyi, yalan söylememeyi, iftira etmemeyi, dedikodu yapmamayı, çalmamayı çocuğa öğretmek ve kul hakkına uygun yaşantı sürmesini sağlamak, dinin sosyal boyutunu oluşturmaktadır. Bu sebeple din eğitimi programı yeniden gözden geçirilmeli, din eğitimi yöntem ve teknikleri değiştirilmelidir. Ayrıca dürüst insan yetiştirmede din eğitimi etkilidir ama tek seçenek değildir. Evrensel olarak kabul edilmiş değerler eğitimi, ahlâk eğitimi de bu süreçte aktif olarak işe koşulabilir.