Bisiklet

Yaz tatili, 6-7 yaşlarındayım. 1972 diyelim, o zamanlar Türkiye müthiş gelişmiş. Nereden biliyorum? Tatil köyü diye bir şey yok, ama tatil kasabası var: Demirci.

Benim hem anne, hem baba tarafım Demircili. Yaz tatillerinde bizi Demirci’ye götürüyorlar; açık büfe, her türlü içecek dahil, “all inclusive”! Akrabalarda her türlü animasyon gani, süper güler yüz, 0-80 yaş çocuk ücretsiz. Ne ararsan var.

Bir iki hafta geçti, anneannem:

“Şerif, hayatta en çok ne istiyorsun?”

“Bisiklet” dedim. Belki alır diye de içimden geçirdim.

“Kolay o.”

“Nasıl anneanne?”

“Ben sana bir dua öğreteceğim, Fatiha.”

“?”

“Onu oku, Allah’a ne istiyorsan söyle, senin iş olur.”

Ben sadece yutkunabildim. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Düşünsenize şişedeki cini ümüğünden ele geçirmişsiniz, sadece bisiklet değil ne istersen verir artık.

Salona girdim. … Anneannem söyledi, ben konsantre meyve suyu gibi dikkatle tekrarladım. Öğrendim.

“Oku bakalım, iste isteyeceğini.”

“Arada duvar olmasın anneanne.” deyip fırladım odadan.

Hemen solumdaki mutfakta bulunan tel dolaptaki vişne reçelinin önünde mola bile vermeden geçtim, zorlanarak açtım balkonu, demir parmaklıklara dayandım, koruklara sarkmadan kaldırdım küçük yumuk ellerimi yukarı, diktim gözlerimi gökyüzüne:

“Allah’ım, bu vitesli Belde Pololar var ya, onlardan lazım bir tane, bal rengi.” dedim ve çaktım Fatiha’yı. Akşam babamı bekliyorum, geldi.

“Baba bana bir şey aldın mı?”

“Yoo…”

“Hiç mi bir şey almadın?”

“Yoo…”

“Allah Allah!”

Hızla mutfağa bir koşu.

“Anneanne bisiklet falan yok.”

“Kaç Fatiha okudun sen?”

“Bir.”

“Bir taneyle olur mu hiç? Yatarken yedi tane oku!”

Bu sefer daha gergin bir diyalog oldu:

“Allah’ım o bisiklet işi vardı ya, hani göndermedin altı Fatiha için. Belde Polo olacak, vitesli, bal rengi…”

Ben yatarken yedi+bir okudum risk falan olmasın diye, yine bisiklet yok. Ben anneannemin gazıyla yine okuyorum, birkaç gün sonra babaannem gördü bahçede:

“Ne yapıyorsun havuzun başında?

“Dua ediyorum babaanne.”

“Ne duası?”

“Fatiha okuyorum, Allah bisiklet verecek de…”

“Kim öğretti sana bunu?”

“Anneannem.”

Babaannem merdivenden alt bahçeye doğru yürürken:

“Tövbe tövbe ‘el ham’ okumaya Allah bisiklet mi verirmiş? Batıl inanca bak.” dedi.

“Babaanne vermez mi?”

“Oğlum inandın mı anneannene! Fatiha okumayla Allah bisiklet mi verir hiç?”

“Nasıl verir babaanne?”

“Üç Guluvallahi, bir Elham!”

“Babaanne bu Guluvallahi dediğin ne?”

“Kolay o, ben sana öğretirim.”

Oturduk hinnap ağacının dibine. … Ben duayı hemen öğrendim. Fakat sonuç değişmedi. Oku, oku bisiklet yok.

Birkaç gün sonra anneannem saçımı sıvazladı, yüzünde koca bir gülümseme.

“Vermiyor değil mi?”

“Vermiyor anneanne.”

“Şükret Allah’a vermiyor, bir verse ne yapardın.”

“Niye anneanne?”

Çünkü o dönem benim gözümde Allah, Zorro gibi. En umulmadık anda çıkar, fakir fukaraya yardımcı olur, garibanın elinden tutar. Zagor da öyle ama onun yüzü belli. Zorro’da maske var. Kim olduğu da net değil. Benim tadım biraz kaçtı.

Anneannem dizine oturttu beni, uzun uzun anlattı, emekten, çabalamadan bahsetti. Ben aklımda bisiklet olduğu için pek bir şey anlamadım.

Yıllar yılları kovaladı, bana çaktırmadan işbirliği yapıp duaları öğreten anneanne ve babaanneyi kaybettik.

Ben büyüdüm, bir gün kitapta Henry Ford’un oğlunun bıraktığı intihar mektubunu gördüm:

“Baba hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum…”

Gözümden şıpır şıpır yaşlar geldi. Anneanneyi o gün anladım. Sonra adım adım farkettim ki Zorro da neymiş, asıl kahramanlar anneanne ve babaanneymiş. Allah söylemek istediklerini bu tontonlar aracılığıyla söylemiş bana.

İyi ki hayal ettiklerinize bedavadan ulaşmıyorsunuz.
Ahmet Şerif İzgören

You may also like...