Nazım Hikmet’in “Asya-Afrika Yazarları Kurultayı” Tarihi Konuşması ve Çin Heyetine Resti
Ve Nâzım Hikmet Rus heyetinin başında ama Türkiye temsilcisi olarak
Asya-Afrika Yazarları Kurultayına katılıyordu. Çin heyetinin küstah tavırları karşısında daha fazla sessiz kalamayan Nâzım Hikmet, şairliğine yaraşır şekilde kürsüye çıkıp destansı bir konuşmaya imza atıyordu:
“Kurultay 12 Şubat 1962’de açıldı. Faruk Saray salonu delegelerle dolu. Bu bir sarı ve kara derili insanlar deniziydi. İlk kez böyle olağanüstü bir toplantıya katılıyordum, o da yarı yasal olarak. Uzakta, önde, senin geniş ve güçlü boynunu görüyorum. Başkanlık divanı seçimine başlamak üzereyken Çin delegesi ansızın kalktı ve şunları söyledi: “ Şimdi burada bulunan bir yazarın oy hakkından yoksun
bırakılmasını istiyoruz. Kendisi burada Türkiye edebiyatının temsilcisi olarak bulunuyor. Nazım Hikmetten söz ediyorum. Türkiye pasaportu taşımayan, burada Moskova’nın pasaportuyla gelen bir kimse nasıl Türkiye edebiyatının elçisi olabilir? Kendisinin delegelikten çıkarılmasını istiyoruz.”
Salona derin bir seslik çöktü. Birkaç saniye sonra ilerideki sıraların ortalarından Nazım’ın usulca çıktığını, acele etmeksizin kürsüye yürüdüğünü ve delegelerin önünde rahat sakin, onurlu durduğunu gördüm bir süre sessizce insanların gözerine baktı. Salondaki sessizlik daha da derinleşti.
“Sanıyorum ki” dedin “ Asya-Afrika Yazarları Kurultayında Türkiye’yi temsi etmek hakkına sahibim, çünkü kendi halkının dilinde yazan bir yazar ülkesinin edebiyatını temsil etme hakkına sahiptir. Ve burada bir yazarlar toplantısı yapılıyor, polis toplantısı değil. Ne yazık ki yurdumda, Türkiye’de bugün benden daha iyi bir şair yok. Bundan da öte, sanıyorum ki, salonda bulunanlar arasında bugün dünyada en anınmış şair benim. ( Alkışlar duyuldu. ) Eğer abartıyorsam ve herhangi __bir kimseyi incittiysem, lütfen gelsin, sevinçle elini sıkmaya hazırım.”
Delegeler soluklarını kesmiş oturuyorlardı. Kimse kımıldamadı yerinden. “
Öyleyse saygı değer yazar arkadaşlarım, beni sadece oy hakkından yoksun kılmamakla kalmayıp, şimdi, şu anda başkanlık divanına seçmenizi istiyorum. Oyu olumlu olanlar elinizi kaldırın lütfen.” Bir eller ormanı kalktı yukarıya. Nazım geçip başkanlık divanına oturdu, fakat eller hala yukarıdaydı. Dış görünüşüyle sakindi. Fakat bu zaferin ona neye mal olduğunu tahmin edebiliyordum. O ki, evimize gelen kimi gençler tanışmak için ellerini uzatırken kendilerini: “Ben, şair filan ya da falan…” diye tanıttıklarında şaşırırdı her zaman. Onlara gizlemediği bir ironiyle bakar ve sonra her zaman şöyle derdi: “Tüm yaşamım boyunca şiir yazarım, ve kimi kez hiç de fena değildir yazdıklarım, ama hiçbir zaman ‘Ben şairim’ diye tanıtmam kendimi… Bizde, Doğu’da, şairim demek, övünmekle, kendinin iyi insan olduğunu söylemekle
aynı şeydir…”