10 Maddede Lakabı Kara Ölüm Olan, Milyonlarca İnsanın Ölümünden Sorumlu Bir Katil: Veba

Tıp tarihindeki salgınların en zararlı olanı, Avrupa’da “Kara Ölüm” denilen veba salgınıdır. Hastalık, lenf düğümlerini davul gibi şişirmesi sonucu acılı bir ölüme götürür; Ortaçağ’daki veba doktorlarının kıyafetleri ise ölüm şeklinden daha korkunçtur..

Veba salgınlarının geçmişi Hitit dönemine, MÖ 14. yy.’a kadar dayandığı iddia edilir. Fakat bilinen bir gerçek var ki ‘’Kara Ölüm”ün tarihi, insanoğlunun toprakla haşır neşir olması ile başlamıştır. Doğal toprakların yok edilmesi, üzerinde yaşayan canlıları (pire, , sıçan, kene) insanların yaşam alanlarına girmeye zorladı. Bu hayvanlarda beraberlerinde veba, tifüs ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkları taşıdılar. Coğrafyada yaşayan insan sayısı arttıkça, salgının vurduğu darbe büyüdü, toplu ölümler arttı.

2. Veba, Tanrı’nın Gazabı mı?

Salgının baş gösterdiği toplumlar, öncelerde bunu bir ‘Tanrının Gazabı’ olarak nitelendirdi. Bazı toplumlar ise, salgının nedenini, burçlara (astrolojiye), hurafelere, cadılara bağlamış, hatta cadı oldukları ileri sürülen kişiler, hastalıktan kurtulmak için yakılmıştır. Tanrı’nın gazabını yatıştırmak için Orta Çağ karanlığındaki Batı toplumlarında, “vebalıların yakılması”, “cadı” ve “Yahudi avı” meşhurdur.

3. Kuyruklu Yıldızlarla Gelen Tehdit: Veba

Günümüzde, pek çok insanın ölümünden sorumlu olan ve çok hızlı bir yayılım gösteren veba hakkında araştırmalar devam etmektedir. Kuyruklu yıldız-kara ölüm arasındaki ilişkiyi inceleyen deondrokronolojist bilim adamı Mike Baillie bunlardan biridir. Baillie: “Yeryüzünde en büyük ölüm oranına sahip bir salgın olan kara ölüm, belki de bildiğimiz hıyarcıklı veba değil, dünya yakınından geçen veya çarpan kuyruklu yıldızların etkilerinin bir sonucuydu.” diyor.

İbn-i Sina’nın çalışması, veba salgınının ne tür sebeplerden kaynaklandığına dair tespitini akla getiriyor. Doğu’da olduğu kadar Batı’da da alanında otorite olan, Avrupalılar’ın Avicenne diye adlandırdıkları İbn-i Sina hakında, Prof. Dr. Daniel Panzac, kitabında şu bilgiye yer vermiştir. “İbn-i Sina (980-1037)’ya göre veba; durgun sular, gömülmeyen çürümüş cesetler, kayan yıldızlar, göktaşları, şiddetli ve sıcak rüzgarlar, yağmursuz fırtına nemliliği gibi hava ve toprak etkenleriyle havanın bozulmasından kaynaklanır. Çağdaş bir deyim kullanmak istersek, atmosfer kirliliğindeki değişiklikler.

4. ”Yahudiler Kuyu Sularını Zehirliyor” İddiası

Veba salgınlarının ikinci kurbanı Yahudiler oldu. Birçok ülkede hastalık karşısında umutsuzluğa düşen köylü kitleler “Yahudiler kuyu sularını zehirliyor” sloganıyla acımasız bir katliama giriştiler. Yahudiler kazıklara geçirildi, şarap fıçılarına konulup Ren Nehri’ne atıldı. 1351 yılında Avrupa’da hemen hemen hiç Yahudi kalmamıştı. Çoğu öldürülmüştü, sağ kalmayı başaranlar da Rusya ve Polonya’ya kaçtılar

5. Vebanın 3 Klinik Formu

Hastalığın birkaç türü olan, fakat en çok rastlananı hıyarcıklı veba denilen türüydü. Koltuk altı ve kasıklarda şişlikler meydana gelmesi, kusma, yüksek ateş belirtilerini genellikle ölüm izliyordu. Septisemik vebada mikroplar kana karışıp, kanda zehirleme yaptığı için oldukça ağırdır. Akciğer vebası, hayatı en çok tehdit eden hastalık tipidir. Bu etkiyle hastayı aynı gün içinde öldürüyordu

6. Jüstinyen Salgını

Tarihin en büyük veba salgınlarından birisi kabul edilen Jüstinyen Salgını 541-542 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nu ve başkentini etkileyen bir salgındı. Bu salgının kabul edilmiş en genel sebebi hıyarcık vebasıydı. Sosyal ve kültürel etkileri Büyük Veba ile kıyaslanabilen bu salgın neredeyse dünya çapında bir salgındı. Bu salgın ayrıca Avrupa tarihinin geleceğini de etkilemişti. Bu salgın ile ilgili bilinen, Bizans’ın merkezi İstanbul’da, günde 16.000 insanın hayatını kaybettiğidir

7. Büyük Veba Salgını

Jüstinyen Salgını’ndan sonra dönem dönem ortaya çıkan ve insanlara ölüm getiren veba, en büyük vurgununu ise 1347 yılında yaptı. Tarihin tozlu sayfalarına ‘Büyük Veba Salgını’ ya da ‘Kara Veba’ olarak geçen bu salgın, tüm Avrupa’yı bucak bucak dolaştı ve tam 25 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Fakat ilginç olanı, hastalığın aşırı hızlı yayılmasının, bizzat salgının da sonunu hazırlamasıydı. Salgının belirli bir döneminde, virüs o kadar güçlü hale gelmişti ki, bulaştığı insanları öldürme süresi hızla kısalmaya başlamıştı. Bu da virüsü kapmış olanların başka insanlarla pek fazla temas edip onlara da veba bulaştırmaya imkan bulamadan ölmeleri ve kireç çukurlarına gömülmeleri anlamına geliyordu.

8. Evler Birer Mezarlığa Dönüştü

Veba salgınını yaşayan 14. yy. İtalyan yazarı Boccacio, “Decameron” adlı eserinde salgın günlerini şöyle anlatır:

“Babalar, oğullarını; anneler, bebeklerini terk ediyor; hizmetçiler, hanımlarından kaçıyor, noterler ölülerin son arzularını kaydetmekten vazgeçiyor; doktorlar, rahipler ve rahibeler, hastaları ziyarete gitmiyorlardı. Kimse Hristiyan usullerine göre gömülemiyordu; evler birer mezarlığa dönüşmüştü.”

9. Hekimler, Ahlaki Sınavı Veremediler

Veba salgınlarında hekimler, ahlaki sınavı veremediler. Hastalık kapma korkusuyla ya sivri gagalı garip maskeler takıyorlar ya da hastalara bakmayı reddediyorlardı. Hastalığa verdikleri tedavi reçeteleri de çok komikti: “İki fındık, bir incir ye”, “yavaş çiğne, masadan aç kalkma, ağlama ve korkma” gibi. Veba, tıbbın bir bilim olarak henüz daha çok genç olduğu gerçeğini ortaya çıkarırken, halk sağlığı kavramının da temellerini attı. Bazı kentlerde, veba evleri kuruldu, karantina uygulaması başlatıldı ve ayrıntılı ölüm kayıtları tutuldu. Ayrıca kara sıçanların ve pirelerin cirit attığı saman tavanlı evlerden, damları kiremitli tuğla evlerin inşasına geçildi. Bu, mimarlık ve kentleşme alanında çok önemli bir adımdı.

10. Gelecek Kara Ölüme Gebe mi?

Sonuç olarak her uygarlık, tarihin farklı dönemlerinde kendi öldürücü hastalığını yarattı. Şu dönemlerde ise hızlı sanayileşme, doğanın katledilmesi, küresel ısınma yeni salgınların altyapısını oluştururken, sıtma, kolera gibi eski düşmanları da yeniden sahneye çıkarıyor. Öte yandan modern yaşam insanın en güçlü silahını, bağışıklık sistemini de elinden alıyor. Kısacası, hem altyapı hem üst yapı koşullarıyla ve sürekli artan nüfusuyla gezegenimiz, önümüzdeki yıllarda Mahşerin Dördüncü Atlısı’nın acımasız ama tarih yapıcı tırpanına gebe. Ve bu durum, modern tıp, mikrop teorisinden vazgeçip, salgın hastalıkları ekolojik bir zorunluluk olarak görüp, neşteri bu noktalara vuruncaya kadar sürecek gibi.

alıntıdır.

You may also like...