Kontes Suzan
Darülaceze’ye uğradım geçenlerde. Bir arkadaşım çeşitli yardımlar bırakacaktı, yanında gittim. O asırlık bina ortasındaki küçücük yeşillik, nasıl da tamamlıyordu yapıyı. İçeri girdik, uzunca bir koridora vardık. Arkadaşım görevliyle konuşurken arkamdan biri seslendi: “Bakar mısınız?”
“Bana mı sesleniyorlar?” acaba diye içimden geçirirken,az ileride şık bir elbise içinde 70-80 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim son derece zarif bir kadının bana baktığını gördüm. “Bakmayın öyle lütfen,gelin” dedi. Şaşırdım tabii “Buyrun” dedim. “Şu gülü…” dedi. “Takamıyorum.”
Beyaz bir gül vardı elinde ve beline kadar inen saçlarının arasına takmamı istiyordu. Taktım. Aynada kendine baktı,Gloria Swanson’ın Sunset Bulvarı filmindeki haline benziyordu. Sağ elini hafifçe havaya kaldırdı ve bana “Rica etsem içeri kadar götürür müsünüz?” beni dedi.
Arkamda bir görevli olduğunu gördüm,yanlış bir şey yapmak istemediğimden sordum kimdir? Sorun olur mu yardımım? diye. “Suzan Hanım sorun çıkartmaz” dediler.Odası aydınlıktı. Koca koca çınarlar görünüyordu dışarıda.Sabah pencereyi açtığımızda görüp şaşırdığımız karlara benziyordu.
Bazı kadınların da böyle bir tesiri oluyor insanın üzerinde. Öylesine zarifti ki camdan atla dese atlayacaktınız. Yapmazsanız sanki ondaki büyü sizi esir alacakmış gibi bir şeydi..Ben onun kadar zarif davransam,heralde nezaketten içeri atardı polis.Kendimi daha değerli hissettim.
Az sonra farkında olmadan,tıpkı onun gibi onun tonunda davrandığımı fark ettim. Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Bana dönüp “Adınız nedir genç adam?” Adım neydi ki? dedim ilk önce ama sonra hatırlayıp “Tekin” dedim. “Ne güzel,Refik Fersan’ı tanır mısınız?” diye sordu.
Refik Fersan’ı elbette tanıyordum. Müthiş,çok sevdiğim bir bestekâr. Nasıldı o harika şarkısı: “Rüzgar uyumuş, ay dalıyor her taraf ıssız Ölgün ışıyor varsa henüz bir iki yıldız Gel çıt bile yok, korkma benim bahçede yalnız…” Ah ne güzel şarkıdır. “Evet” dedim “Tanıyorum…”
Sanki elinde bir sigara tabakası varmış gibi bir hareket yaptı.Eski bir alışkanlık olacak heralde dedim içimden. “Refik Bey’in yanında bir kanuncu vardı. Ahmet Muhtar Paşa’ların köşkünde tanışmıştık. Onun adı da sizinki gibi Tekin idi” dedi. Sonra “Beni tanıyor musunuz?” dedi.
“Maalesef” dedim. “Doğru” dedi “Eskidendi..” Bir tebessüm etti sonra sustu. Yanındaki çekmeceden bir fotoğraf çıkartıp gösterdi. “Bak işte…” dedi. Gencecik bir kadın fotoğrafı,belli ki kendisinin gençliği. Arkasında şöyle yazıyor: “Safiye Hanım’larla.Taksim Bahçesi…”
“Kontes Suzan..” derlerdi bana… Bu adı ona Yahya Kemal takmış. Bir gün Park Otel’de oturuyormuş Yahya Kemal. Bir Mısır Hidivi’nin ailesi mi ne gelmiş o gün. Herkes Saray eşrafından birilerini bekliyor. Suzan Hanım kapıdan girince herkes ona bakmış. Yahya Kemal de elbette.
Suzan Hanım,salına salına Park Otel’in barındaki masasına,tam da Yahya Kemal’in karşı sırasına oturmuş. Herkes etrafında pervane Suzan Hanım’ın. Yahya Kemal de malum büyükelçi idi. Diplomasi gereği bir merhaba demek istemiş. Suzan Hanım’ın masasına gelmiş.
Evvelce Yahya Kemal’e “Hidiv’in büyük kızı Fransızca bilir yalnızca” demişler. E Suzan Hanım da tam Paris sosyetesi. Yahya Kemal de uzun yıllar Paris’te tahsil gördüğü için bu dile hakim. Kendsini tanıtmış,hoşgeldiniz beş geldiniz vs demiş ama Suzan Hanım anlamamış tabii…
Garsonlardan birini çağırıp “Bey kim? Turist mi? ” demiş. Garson da gülmüş duruma. Yahya Kemal’in kulağına eğilip anlatmış vaziyeti. Yahya Kemal de şaşkın ve mahçup tabii… O gün arkadaş olmuşlar. Bir kraliçeye benzeyen Suzan Hanım’ın adını kontes koymuş Yahya Kemal o gün.
Kontes Suzan,çekmeceden bir güzel mercan kolye çıkarttı. Bayıldım sahiden.Bunu ona Meşhur Foto Sabah’ın sahibi hediye etmiş. Buranın adı da malum SEBAH & JOILLIER olarak geçiyor. Şair Can Yücel’in babası,devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile anısını da o ara anlattı.
Suzan Hanım,devrin ünlü aktrislerinden Zozo Dalmas ile meşhur Markiz Pastahanesi’nde oturuyomuş. Az sonra içeri Hasan Ali Yücel girmiş. Zozo ile evvelce tanışıyorlarmış. Hatırlayamadığı bir konuda dert yanmış Zozo Dalmas. Hasan Ali Yücel de “Meraklanmayın hallederim ben” demiş.
Birer kahve içip çıkmışlar Cadde-i Kebir’e. SEBAH & JOILLIER’gelmişler.Hasan Ali Yücel,dükkân sahibine “Yahu şu tabelayı değiştir artık. Foto Sabah yapsana. Daha iyi olmaz mı? Bak müşterin artar. Zaten milletin dili dönmüyor” demiş. Ertesi hafta SEBAH & JOILLIER olmuş Foto Sabah
Küçük bir dosya içinden saman kâğıdı bir dergi çıkarttı. Bir de baktım “Yaprak” dergisi. Sevindim. Fakat az sonra şaşkınlığım daha da arttı çünkü dergisinin arasından küçük bir el ilânı çıktı. Şaka gibi ama D Grubu’nun açılış duyurusu… Şaşkınlığımı görünce güldü Suzan Hanım
O elindeki dergiyi de el ilânını da bana aynı kişi verdi. Ressam bir oğlandı. Saçları da biraz kıvırcık. Cavidan ile Narmanlı Han’ın girişindeki Mimoza Şapkacısı’nda şapka bakacaktık. Bu delikanlı geldi “Adı neydi?” o elindeki küçük ilanı verdi. Resim sergisi yapacaklarmış.
Heyecanla telefonumdan Abidin Dino’nun bir fotoğrafını gösterdim. “Evet işte bu Bey idi” dedi. Abidin Dino, Orhan Veli’lerin Yaprak Dergisi’nin Taksim Tünel’de satarmış. Yani sokak ortasında. Sonra Elif Naci,Nurullah Berk gibi isimlerle D Grubu isimli bir ekip kurmuşlar.
O anlatırken,gözüm sürekli bana taktırdığı beyaz güle gidiyordu. Sorsam mı sormasam mı diye tereddüt ettim. Nihayetinde dayanamayıp sordum. “Bu gül…” dedi “Benim için çok kıymetlidir,talihimin en en güzel hediyesidir” Heyecanla dinlemeye koyuldum…
“1936 yılında,Dolmabahçe’de bir eğlence tertib ediliyor. Ben de çömez sayılırım. Müzeyyen Hanım ile Safiye Hanım giderlerdi bu davetlere. Fakat o gün Safiye Hanım ateşler içinde,Müzeyyen Hanım da Bursa’da. Ne yapalım ne edelim derken,Selahattin Bey ( Pınar ) beni önermiş”
“Bana soru sorulmuyor tabii… Bir çeşit emrivaki artık bu. Ne demek Paşa’yı reddetmek. Kuş olur uçar insan ama büyük sorumluluk.İçimi derin bir telaş ve korku kapladı. Saray’ın girişinde ayağım tökezledi.Tamam dedim içimden,bugün her şey ters gidecek.. Öyle de oldu…”
“Kocaman bir masa var şarkı söyleyeceğimiz yerde. Masada kimler kimler yok ki.. Sigara dumanından hafif sisli salon. Ben de körpeyim daha. Gözlerim acıdı biraz. Zaten yüreğim küt küt atıyor. Atatürk’ü göremedim. Gözlerim onu arıyor. Az sonra fark ettim ki tam önümde duruyor.”
“Herkes ona bir şeyler anlatıyordu sanki… Başı çok kalabalıktı. Derken elime bir kâğıt tutuşturdular. Paşa bir şarkı istemiş. “Manastırın ortasında Var bir havuz Canım havuz Bu yurdun kızları hepside yavuz Biz çalar oynarız” Şarkıyı biliyordum ama sözler uçtu gitti.
“Adımı sorsalar söyleyemeyeceğim. Selahattin Bey arkadan ‘Kızım hadi şarkıya gir’ demek ister gibi öksürdü. Taksimi uzattıkça uzattılar ama yok benden gık çıkmıyor. Durumun farkına varan Paşa bana baktı. O bakınca ben içimden bir ‘Eyvah’ çektim. Dizlerim de nasıl titriyor..”
“Suzan Hanım” dedi Atatürk. O “Suzan Hanım” diyince aklım iyice gitti. Paşa benim adımı biliyor. Şaşkınlığım ve heyecanım büsbütün arttı. Tebessüm edip,son derece zarif bir ses tonuyla “Rahat olun lütfen,burada dostlar arasındasınız.Yabancılık çekmeyin,rahat olun…” dedi.
“Sonra masadaki büyük vazodan bir beyaz gül çekip aldı. Ucundan kırdı ve bana uzatıp “İstirham ederim,bunu alınız. Saçlarınıza takın.Sonra saza devam edelim…” Gülü aldım,saçlarıma taktım. Gül,şevkatli bir el gibi saçlarımın arasında duruyordu. Müthiş derecede rahatlamıştım.
“O gün 9-10 şarkı söyledim Paşa’nın huzurunda. Kontes Suzan neden beyaz gül takar ki saçlarına? İşte bu aziz hatıranın yüzü suyu hörmetne takar. Bir milletin yetiştirdiği en büyük evlatlarından birinin iltifatına mazhar olmak,yüreğimi tarfsiz bir sevinçle doldurmuştu.”
105 yaşındaydı Kontes Suzan. Fakat 70 demek için bile tereddüt ederdi insan. Eski bir şarkı şöyle diyordu: “Sevda denilen şey / yaşayan hatıralardır” Ölmez bir hatıra gibi durmuştu sanki zamanın bir yerlerinde. Zaman onun için oturup soluklanmıştı sanki. Gözleri ışıl ışıldı.
Meşhur “Martı” kitabından bir alıntı geldi aklıma. Suzan Hanım’ı dinlerken ve seyrederken… “Mekânı yendiğimizde hep aynı yerde / Zamanı yendiğimizde hep aynı anın içindeyiz” Böyle bir şeydi galiba… İnsan ne zaman yaşlanırdı? Hatırlamaya değer hiçbir anısı kalmayınca mı?
Özlemeyi unuttuğumuzu fark ettim. Sahi,nasıl özlüyorduk bir kır yemeğini? Bir yaz günü? Bir kış sabahını? Bir akşam üstünü? Artık özlemiyoruz. Gidip hemencecik alıyoruz. İnsanlar,birer “anlık” fotoğrafa dönüştüler. Fakat kimse o fotoğraflarla konuşmuyor. Alıp göğsüne bastırmıyor.
Küçük bir çocuk gibiydi aslında Kontes Suzan. Yaşlanınca böyle mi oluyor insan? Öyle güzel elleri vardı ki şaştım kaldım. Odasındaki her nesne,her eşya birer insandı sanki. Köşedeki şalı sorsam,kim bilir kimler çıkacaktı içinden. Aynayı sorsam,kim bilir neler neler…
Ben de bazı giysilerimle duygusal bağ kurarım.Hafızaları vardır benim için. Başkasına alâlade gelen bir eşya,benim için de çok büyük anlamlar ifade eder. Suzan Hanım ile tanışmak,bu anlamda yalnız olmadığımı hissettirdi. Artık ne vakit beyaz bir gül görsem,Kontes Suzan’ı anarım..
kaynak: https://twitter.com/TekinDeniz_