Yetmiş İki Bin Lira Başlık Parası
İlçedeki postahaneye gönderilen mektupları sapa köylerdeki adreslere dağıtma görevi verilmişti ona…Köy ise adıydı adaletten zerrece nasibini almamış o toprakların. Postacı Zülküf mazlumun güçlüye ezildiği, fakirin, zengine köle yapıldığı o köyde neler görmemişti ki. Ne zulümler… Ne haksızlıklar…
Köyün belalı bir ailesinin evinde yaşayan on altı yaşındaki Münevver ise sadece o zulmü çekenlerden biriydi.Zülküf iki hafta da bir köye giderdi mektup bırakmak için. Hemen her seferinde Münevveri ya gaddar babası, yada üvey analığı, olmadı abilerinden dayak yerken görürdü. Bahaneler ise yürek yakıcıydı. Uyuyakaldığı, sütü taşırdığı, su taşırken, güç yetiremediği kovalardan yerlere su döktüğü için dayak yerdi ailesinden…Sıradan olaylar kabus gibi üzerine çöken ızdırapları oluveriyordu. Bir defasında, postacı Zülüf bahçe sulanan hortumla babasının dövdüğü Münevver’i görüp, kulaklarını sağır eden çığlıklarını duyunca hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı neredeyse mektubu hane halkına uzatırken …
O günden sonra tüm dualarında Münevvere’de yer ayırmıştı. O küçük kızın işkence yuvasından kurtulmasını okadar istiyordu ki. Öyle belalı,köyü bir ailenin içinde nasıl nefes alınabilirdi ki?
Rüyalarına girmeye başlamıştı, Münevver’in acı çığlıklarla maruz kaldığı işkenceler.Bir çok defa lahit olmuştu çünkü küçük kızın çektiklerine.
Köye uzun zamandır öğretmen gelmemişti. Hoş öğretmen gelse de kız çocuklarının okumalarına asla izin verilmezdi ki…Ama postacı Zülküf eğer köye öğretmen gelirse birşeylerinde değişeceğini düşünüyordu içten içe. Eğitimin girdiği yerden cehalet uçup gitmezmiydi?
Bir gün tüm mektupları dağıttığında akşam üzeri ilçeye dönerken bir kısık ses işitti ardında. Bisikletinden inip arkasını döndüğünde korkudan bembeyaz olmuş yüzüyle Münevver’i görmüştü. Elleri nasıl da titriyordu o an. Sürekli etrafına bakıyor, adımını ileriye atmakta tereddüt ediyordu. Postacı Zülküf,
-“Kızım korkma… Benden sana zarar gelmez. Nedir derdin söyle? Belliki bir derdin var. -” dediğinde titrek sesiyle konuşmaya başlamıştı Münevver.
-“Postacı emmi. Ölmeyi göze alıp geldim yamacına.Zati şimdide ölüden farkım yok. Köye beş sene önce bir örtmen geldiydi. Ondan öğrendiğim kadarıyla mektup yazdım. Bir adres var. Ona göndermeni istiyom. Ama param yok. ALLAH’ını, peygamberini seversen yardım et. Etmeyeceğsen de deme kimselere… Her geldiğinde bizim dış kapının yanındaki taşların altına koyacam mektubumu. Yardım edersen sana sıcacık gözlemeler yaparım-“dediğinde çoktan gözyaşları yanaklarına inmişti.
-” Tamam kızım ağlama. Ne para isterim. Ne kimselere söylerim. İyiliğini isterim ancak. Sen mektubunu dediğin yere koy. Bende cevap geldikçe aynı yere bırakırım. Ama şimdi ver mektubunu ve hemen git.Baban, yada abinler gelir filan. Birkere daha seni o halde görmeye dayanamam-” dediğinde mektubu verip, ağlamayla karışık küçücük bir gülümseme belirmişti Münevver’in yüzünde…Yüreği ağlayanların gülümseyemediğini anlamılyı o an adam. Geldiği yöne doğru koşarken, postacı Zülküf ayağının topalladığını gördüğü kızın acınası haline öyle üzülmüştü ki…
O günden sonra köye ne zaman gitse Münevver’in mektubunuda taşların altından almayı ve mektubun üzerindeki adrese göndermeyi unutmadı. Bir sevdiği vardı belliki. Sevdiği gence kavuşup o köyden kurtulması için okadar dua etmişti ki… Fakat köye her gittiğinde, Münevver’in yine gaddar ailesinden dayak yediğine şahit oluyordu…Zavallı kızın yüzünün yaradan, gözlenin yaştan kurtulduğunu görmek bir defa nasip olmamıştı postacı Zülküf’e…
Ve bir yıl sonra, emekliliğine iyice yaklaşmış saçları bembeyaz bir öğretmen tayin olmuştu Yoncalı köyüne. Postacı Zülküf, yolda rastladığı öğretmenin söylediklerine okadar sevinmişti ki. Ama pek bir durgun, ağzından kolay kolay laf çıkmayan bir adamdı Mustafa öğretmen…Hiçbirzaman da çözememişti karakterini…Ama olsun. Köye ne olursa, nasıl bir yapıda olursa olsun öğretmen gelmişti ya. Herşey değişecekti artık. Ve öyle de oldu. Tıpkı postacı Zülküf’ün düşündüğü gibi Yoncalık köyünde o günden sonra hiçbirşey eskisi gibi olmadı…
Mustafa öğretmen tek tek haneleri dolaştı köye gelişinin ikinci günü.Ama hiçbir aile kız çocuklarının okumasına izin vermemişti. Muhtar ile birlik olup fazlasıyla baskı yapınca ise aileler en sonunda yavaş yavaş kızlarını okula göndermeye başlamıştı.
Münevveri ise ailesi göndermemiş, okula gitmek istediğinde ise sesi kısılıncaya kadar, insanların gözleri önünde dövmüşlerdi… Bu olayın ertesi günü köy sokaklarında bir haber dolaşmaya başlamıştı.Babası,Münevver’i altmış bin lira karşılığı köydeki varlıklı bir adam olan yetmiş yaşındaki Ruhşen ağa ile evlendirecekti yayılan habere göre… Postacı Zülküf ise bu haberi duyduğunda ciğeri yanmıştı adeta… Akşamına ise Münevver evden kaçmış, köyün bitimindeki şelaleye koşmaya başlamıştı.
-“Ya ölüm, yada daha beter ölüm düştü payıma-” diye çığlıklar atıp koşarken, babası ve ağabeyleri arkasında olduğu halde, biri yakalamıştı kolundan Münevver’i.
Mustafa öğretmenden başkası değildi o kişi. Ve Münevver’in babası ve ağabeyleri yanlarına geldiğinde, Münevver’in gözlerinde bir kurtuluş umudu parıldamıştı sanki… O an Mustafa öğretmen, kızın babasına baktı,
-“Ben altmış beş bin veriyorum… -” dediğinde dizlerinin üzerine çöktü genç kız… Sesi kısılmış, ağlamaya mecali dahi yoktu… Mustafa öğretmen, ile Münevver’e talip olan diğer taşlı adam arasında bir mal açık arttırması gibi kıyasıya rekabet sonrası, yetmiş iki bin lira verip açık arttırmayı kazanmıştı Mustafa öğretmen.
Düğün dernek kuruldu günler sonra. Postacı Zülküf, düğün yerine geldiği an Mustafa öğretmenin yakasına yapışmıştı.Sinirinden bir kaşık suda boğası vardı yaşlı adamı.
-“İnsan sandım seni… Bumuydu insanlığın?Torunun dan küçük be o kız. Utan utan. Öğretmenler ışık olur insanlara. Sen öğretmenlerin yüz karasısın-” dediğinde en ufak bir duygu kırıntısı olmamıştı yaşlı adamın yüzünde… O an postacı Zülküf duvağının altında hıçkırıklara boğulan Münevver’e baktı biran. İnsan ölünce bembeyaz kefene sarılırdı ya hani. Münevver için o beyaz gelinliğin kefenden farkı yoktu ki… Nikah kıyıldığında genç kızın ellerini çaresizlikten nasıl birbirine kenetlemiş ve gücü yettiğince sıktığına bir tek dikkat eden belkide postacı Zülküf’tü…Elleri gücü yetesiye sıkmaktan mosmor olmuş, günlerdir ağlamaktan sesi dahi çıkmıyordu artık. Hoş çıksa da duyan yoktu ki. Adaleti sağlayacak olan kişi adaleti öldürmemişmiydi köyde? … Düğün bitimi öğretmen Mustafa, elini tuttuğu Münevver ile içeriye girerken, postacı Zülküf’ün nefesi kesilmiş ve olabildiğince uzaklaşmak için o iğrenç insanların arasından, gücü yettiğince koşmuştu uzaklara doğru… Ve boğazı yırtılırcasına bağırmış, bağırmıştı. Ertesi gün Münevver’in intihara kalkştığı haberi duyuldu köyde…
Tayinini istedi en kısa zamanda. Ve istanbula atanmıştı kısa zaman sonra. Ne Münevver kızı, ne de ona yaşatılanları hiç unutmadı…
On sene sonra yine herzamanki gibi semtin birinde mektup dağıtırken, güleryüzlü, elinde çocuğuyla bir kadın açtı kapıyı.Mektubu uzattığında,
-“Zülküf emmi… Sensin. Vallahi tanıdım. Seni nasıl unuturum?-” dediği an dikkatle baktı kadına. Hatırlamıştı. Münevver di karşısındaki. O an hiç unutamadığı, yardım edemediği için vicdan azabı çektiği o kıza nemlenmiş gözleriyle baktı.
-“Bağışla kızım. Yardım edemedim sana. Baban, abilerin hepsi silahlıydı. Güç yetiremedim onlara. Yoksa kurtarmazmıydım seni? Yemin billlah olsun her zaman rüyalarıma girdin.İçim hiç rahat etmedi sana yardım edemediğim için-” dediği an dizlerinin üzerine çökmüştü şahit olduğu şeyleri hatırlayıp…
O an Münevver yaşlı postacının elini tuttu.
-” Varol emmi.Karşıma çıkan en iyi insanlardan biri sen, biri de… – “dediği an Mustafa öğretmen belirmişti kapıda… O an sinirden kıpkırmızı kesilmişti postacı Zülküf.Yakasına yapıştı yürümekte dahi zorlanan yaşlı adamın. Yumtuğunu kaldırdığı an içeriden orta yaşlarda biri geldi o an Münevver’in yanına…
-” Bak bey… Mustafa öğretmenden sonra bize çok yardımı dokunan postacı emmim gelmiş -“dediğinde korkuyla , postacı Zülküf şaşkınlıkla baktı Münevver’e.
-” Doğru duydun ya emmi.Herkesleri kandırmış öğretmenim. Yetmiş iki bin lira başlık parası verip benimle evlenmek istediği de oyunmuş. Babamların elinden ancak bu şekilde kurtarabilirmiş beni. İmam efendiyle anlaşmışlar beni kurtarmak için. Düğünden sonra herşeyi anlattı bana Mustafa öğretmenim. Sonra beni alıp İstanbula getirdi. Sevdiğime kavuştum. Önce okulu mu bitirmem için destek oldu. Sonrada evlenmem için. Öğrrtmenim depil babam oldu. Bak bana. Şimdi karşında bir öğretmen duruyor. Mustafa öğretmenim gibi, yollarına ışık olacağım beni bekleyen öğrencilerimin-“dediğinde, gözyaşlarıyla sarıldı postacı Zülküf, Mustafa öğretmene…
-” Affet hocam… Bilemedim affet-“dediğinde nemli gözlerle, Mustafa öğretmende sıkı sıkıya tuttu postacı Zülküf’ün ellerini…Ve,
-” Mücevherler karanlıkta parlamaz evlat. Bak Münevver nasılda ışıl ışıl parlıyor. -“dediğinde hepsinin gözlerinden yaşlar dökülmüştü yanaklarına…
Postacı Zülküf o günden sonra Münevver öğretmenin mutlu gülüşlerine şahit oldu hep. Öyle çok yakışıyordu ki ona gülmek. Hele onca gözyaşından sonra okadar güzel gülüyordu ki.
Öğretmenler ışıktır. Nice mücevherleri parlatan. Ancak ışık saçan öğretmenlerle kalkınabilir bu güzel vatan.
Yazar Suat Özge